Sayfalar

28 Temmuz 2014 Pazartesi

Amerika OUT, Avrupa IN

   Geçtiğimiz Dünya Kupasının arkasında bıraktığı ya da daha doğrusu futbol dünyasında yaşanan büyük bir değişimi sizlere göstermek, değinmek istiyorum.

   İlk kez, Amerika'da düzenlenen bir Dünya Kupası Avrupa'ya gitti. Başlangıçta Amerika takımlarının yine kupayı göğüsleyeceği düşünülürken, sürpriz olarak bunun yanında Kosta Rika ve ABD'nin ekstra performansları Amerika'nın sadece Güney kısmından ibaret olmadığını gösteren cinstendi. Ne var ki turnuva ilerledikçe Avrupalı-Amerikalı sayısı eşitlendi. Son dörde gelindiğinde 2 Avrupa devi karşısında 2 Güney Amerika temsilcisi yer alıyordu. Almanya'nın Brezilya'yı 7-1'le sindirirken, Arjantin 'Avrupai' futbol ve futbolcularıyla, penaltılar sonucu finale çıkmıştı. Sabella'nın defansif ve Avrupalı yaklaşımı gerçekten işliyordu. Almanya'yı finalde kilitleyen Arjantinliler 116. dakikada Götze'nin golüne engel olamayınca Messi kupaya sadece seyirci kaldı.

   İşte benim dikkatimi çeken, ilk dörtte yer alan Arjantin ve Brezilya'nın, futbol ve futbolcu cenneti iki ülke, eski tarzlarından ödünler vererek, Avrupa'daki futbola benzer oynamasıydı. Brezilya ve Arjantin üzerindeki beklentiler her zaman büyük olmuştur. Herkes onları izlerken, çalımlar, driplingler, şık hareketler ve bol gol bekler. Brezilya'nın bu jenerasyonu geçmiştekilerin yanına bile yaklaşamaz ama yine de herkesin beklentisi bu yöndeydi. Messi'li Angel di Maria'lı kadrosuyla Arjantin'den 8 golden daha fazlası bekleniyordu, hemde oynadıkları maç sayısı 7 olunca çok düşük bir rakam(Her ne kadar İspanya 8 gol atarak 2010'da kupaya uzansa da).

   Bunun başlıca birkaç sebebi var elbette. Ben bunları günyüzüne çıkartmak istiyorum. Milli takımlarda yer alan yerel liglerde oynayan oyuncu sayısının azlığı, genç oyuncuların genç yaşta Avrupalı takımların radarına takılıp erken transfer olması ve Avrupa'ya transfer olan oyuncuların genlerindeki 'Brezilyalı' DNA'larını kaybetmeleri en büyük üç neden.

Yerel liglerde oynayan oyuncuların az olması




   Tablolarda gösterilen rakamlar milli takıma seçilen oyuncuların kaç tanesinin kendi ülkesinde futbol oynadığını ve bu oyuncuların takımda bulunma yüzdesi ifade edilmiş. Örneğin: Almanya, "8/23 - %35"

   Tablolar, sadece Dünya Kupasında yer alan Amerika Kıtası takımlardan oluşmakta. Farkı gözlerinizle görün.


Avrupa'ya erken transferler ve kaybedilen DNA


   Avrupa kulüpleri gerek maddi gerek popülarite açısından Amerika kıtasında bulunan takımlara göre bariz derecede üstün. Scout ağlarının gün geçtikçe gelişmesiyle, futbolcu kaynağı olarak bilinen Brezilya, Arjantin, Meksika ve Kolombiya başta olmak üzere yıldızı parlamaya yakın oyuncuların neredeyse hepsi günümüzde Avrupa'ya transferini beklemekte. Son zamanlardaki belirgin transferlere göz atarsak:

Bernard 19 Shakhtar Donetsk
Lucas Moura 19 PSG
Marquinhos 18 Roma
Juan Iturbe 19 Hellas Verona
James Rodriguez 19 Porto
 
   Kimi başarılı kimisi ise başarısız bir transfer olarak sonlanabilir. Ancak anlatmak istediğim şey bu değil. Bu oyuncuların henüz kariyerlerinin başlarında Avrupa'ya gitmesi 'herkes' için zararlı. Kulüpler oyuncuları takımdan tutmaktan ve takımlarını kurmaktan çok onların satışından sağlayacakları kazançları düşünür hale geldiler. Daha çok bilgi sahibi olduğum Brezilya üzerinden anlatacağım:
   Çok eskilere gitmek gerekirse zamanının en iyi oyuncularından Jairzinho ve Garrincha- aynı zamanda Brezilya Milli takımının(60' ve 70') en önemli oyuncularından- kariyerlerinin büyük bölümünde Botafogo formasını terletmiş, efsaneleşmiş ve büyük başarılar kazanmışlardı. Yerel olarak almadık kupa bırakmamış, Pele'li Santos'a karşı unutulmaz kupa mücadeleleri vermişti. 1960-70'li yıllarda milli takımı oluşturan oyuncuların birçoğu 2 Dünya Kupası kazanma sevincini yaşadı, kimi de bir tane ile yetindi. Brezilya 1962 Dünya Kupası kadrosu genel hatlarıyla 4 takım oyuncularının(Santos, Palmeiras, Botafogo, Fluminense) harmanlanmasıyla ortaya çıkmış, şampiyonluğa yürümüştü. O zamanlardaki çekişmeyi siz düşünün. Pele'li Santos, Garrincha'lı Botafogo, Vava ve Djalma Santos'lu kadrosuyla Palmeiras'ın verdiği mücadeleyi.

   Günümüzde bu senaryoyu görmek çok zor. Çünkü, örneğin Internacional'in genç yeteneği olarak ortaya çıkan Pato, profesyonel olarak geçirdiği bir sezondan sonra, 18 yaşında Milan'a transfer oldu. Oyuncunun potansiyelini ve yapacaklarını bilemezdi tabii ki hiç kimse, ancak Internacional'in onu satarak elindeki yıldızını kaybettiğini görmek lazım. Pato'lu Internacional'i, Ganso'nun sürüklediği Sao Paulo'ya karşı mücadele ederken görmek isterdim açıkçası.



   Erken transferlerin etkileri tabii ki çok büyük. Hem oyuncu hem kulüpler hem de milli takım açısından. Şöyle ki: kabul etmek lazım Avrupa ve Amerika'da oynanan futbol arasında bir stil farkı var. Son zamanlarda takip etmekte olduğum Brezilya ve Copa Libertadores maçlarında gördüğümden hareketle söylüyorum bunu. Ağızları açık bırakacak kadar bir şey olmasa da farkı kısa sürede anlayabiliyorsunuz. Daha öncede söylediğim gibi bizim beklentimiz, Güney Amerika'dan gelen oyuncunun taraftarı eğlendirmesi, şık hareketler yapıp kalplerimizi kazanması. Belirli olgunluğa ulaşmamış futbolcuların Avrupa'ya gittikten sonraki değişimi bizi hayal kırıklığına uğratıyor ve gelecekte milli takımlarını zor durumda bırakıyor. En yakın örnek olarak Lucas Moura'yı ele alalım. Gerçekten izlerken keyif aldığım bir oyuncu. Driplingle beslenen oyunculardan birisi de o. Youtube'da herhangi bir videosunu izlediğinizde attığı gollerden çok çalım ve koşularını görmemiz muhtemel. Ama ne yazık ki bu özelliklerini Fransa Lig 1'de kullandığına çok şahit olamıyoruz. Avrupai futbolun gereği mi denir artık bilmiyorum. Sırf taktiksel bir şey olması mümkün değil. Avrupa futboluna adapte olmuş futbolcuların çokluğu, taraftarın asıl istediği futbolun oynatılmamasını tetikliyor. Dünya Kupasında Brezilya'nın halini gördük. Neymar dışında dripling yapan, izlerken zevk veren hiçbir oyuncu yoktu sahada. Oscar, Hernanes, Willian gibi isimler daha çok dengeli oyunda kullanılmaya alışmış oyuncular. Daha önceden kadroda bulunan Robinho, Julio Baptista gibi rakip eksiltmeye yönelik, yaratıcı oyuncuları yoktu Brezilya'nın. Belki de bu konuda güvendikleri Hulk onları yanıltmış olabilir.


   Demek istediğim şu ki: Avrupa'daki kulüplerin Brezilya, Arjantin, Kolombiya(bunları çoğaltabiliriz) gibi ülkeleri 'sömürgeleştirerek' futbolcu akışını hızlandırması bu ülkelerdeki futbol için son derece zararlı. Futbol eskiden fakirlerin oynadığı, zenginlerin izlediği bir oyundu der büyüklerimiz. Şimdi durum gerçekten de tam tersi. Amerika kulüpleri o fakir futbolcular, Avrupa kulüpleri ise zengin seyirciler durumunda. Umuyorum ki Amerika ülkeleri federasyonları bu oyuncuların Avrupa'ya akışını durduracak veya yavaşlatacak yeni kurallar koyarlar. Aksi halde o özlediğimiz fantastik yetenekli oyuncuları önümüzdeki jenerasyonlarda görmemiz zor olacak.

   Futbolu sadece yakınlarınızda aramayın, yazın maç yok diye de üzülmeyin. Eğer ararsanız FUTBOL HER YERDE!

Kendimce Dünya futbolunda daha önce başlamış ve şuanda son hızla devam eden değişimi yazmaya çalıştım. Brezilya ligi, milli takım ve oyuncularıyla ile daha bilgili olduğum için yazının genelinde Brezilya'yı örnek olarak kullandım. Eğer yazımı okuyorsanız lütfen bir yorumu esirgemeyin, okuduğunuz için teşekkürler.

17 Temmuz 2014 Perşembe

2014/15'E MERHABA (Liverpool-Barcelona)

   Dünya Kupasının sona ermesinin ardından Avrupa'da ve Dünya'da yerel ligler start almaya başlıyor. Aslında liglerin başlamasına 1 ay kadar bir süre var ancak transfer hareketliliği son hızıyla sürüyor. Özellikle Dünya Kupasında yıldızı parlayan isimler medyada sıkça anılıyor. Liglerin başlamasına çok da uzun bir süre kalmadığını belirterek, erken de olduğunu hesaba katarak ufak ufak değerlendirmelere başlayabiliriz.

Liverpool


   Liverpool geçtiğimiz sezon Premier Lig kupasını Gerrard'ın ayaklarından altından kaçırmıştı. Geçen sezon çok büyük çabalar harcanarak takımda tutulan Suarez bu kez ipleri kopardı ve 'astronomik' bir bedelle Messi'nin yeni takım arkadaşı oldu. Brandon Rodgers, onu takımda tutmak için elinden geleni yaptığını, artık önlerine bakma zamanının geldiğini söyledi.

   Öncelikle Suarez'siz Liverpool olur mu soruları akla geliyor doğal olarak. Ancak yapılan transferler ve kulüp politikası benim hoşuma gidiyor. Emre Can ve Markovic hamleleri takım dengesi sağlanması ve mevkilerde çeşitlilik için çok önemli transferler. Lallana ve Lambert de daha önceden takıma katılmıştı. Transfer konusunda aklımdaki tek soru işareti ödenen bonservis bedelleri. Lallana'ya £25 milyon vermek ne derece akıllıca sorgulanacak cinsten.

   Bu sene ait olunan Şampiyonlar Ligine geri dönüldüğü için 2-3 transfer daha yapılacaktır diye düşünüyorum. Suarez gibi bir özel oyuncunun yeri hiçbir zaman tam olarak doldurulamaz ancak ondan alınan verime nasıl ulaşabilirler derseniz orta saha oyuncularının ortalama 6-7 gol atmasıyla bu sorun çözülebilir.

Barcelona


   Barcelona ile daha önce de bir yazı yazmıştım. Orada da üzerine yazdığım gibi değişim zamanı geldi, hatta geçiyor. Önce Barcelona daha sonra Dünya Kupasında İspanya'nın kullandığı düzenin çökmesiyle Barcelona arayış içine girdi. Luis Enrique takımın başına getirildi, takımı gençleştirmenin yanında farklı stilde oyuncular kadroya katıldı.

   Hırvat yıldız Rakitic Xavi'nin mevkisine yerleştirilmek üzere alındı. Ter Stegen ve Şilili kaleci Bravo, Valdes ve Pinto'nun yerini alacaklar, aralarındaki rekabet çok kızgın olacaktır. Kirada bulunan Krkic, Deulofeu ve Rafinha takıma yineden dahil oldular, Krkic'in ayrılması söz konusu. Son olarak Avrupa'yı sarsan Suarez transferiyle kağıt üzerinde durdurulamaz ileri üçlüye sahip oldu Barça. Ancak bunu böyle olmadığını düşünenlerin sayısı hiç de az değil:

  "Suarez muhteşem bir futbolcu.. Ancak hem Messi, hem Neymar, hem de Suarez'in olduğu bir takımın nasıl oynayacağını merak ediyorum. Üçü de bireysel yetenekleriyle öne çıkan isimler. Barcelona iyi futbol oynayan bir takım anlayışından bireysel yeteneklere güvenen bir takım haline bürünüyor."

   Bu sözlerin sahibi Johan Cruyff. Son 15-20 yılda kazanılan tüm başarılardaki sistemin değiştiğinin göstergesi niteliğinde bir transfer bu. Önümüzdeki sene Barcelona La Liga şampiyonluğunu alamazsa Cyruff'un bahsettiği şeyler mutlaka sorgulanacaktır.

   Gelenler kadar gidenler de önemli tabi. Suarez'i yeni almışken Alexis'in takımda kalması saçma olurdu, o da Ada'nın yolunu tuttu aynı eski takım arkadaşı Cesc gibi. Atletico'nun güç kaybetmesiyle beraber BBC üçlüsüyle MSN üçlüsünün kapışmasını sezon boyunca izleyeceğiz gibi.


12 Haziran 2014 Perşembe

ANALİZ | HIRVATİSTAN


   Bağımsızlığını ilan edip Yugoslavya'da ayrıldıkları günden bu yana Dünya Futbolunda kendini öne çıkarmayı başarmış bir takım Hırvatistan. Katıldıkları ilk resmi turnuva 1996 Avrupa Şampiyonasıydı. Bitiminde turnuvayı şampiyon tamamlayacak Almanya'ya çeyrek finalde elenmişlerdi. Bu başarı gelecek başarıları da tetikledi. Katıldığı ilk Dünya Kupasında ev sahibi Fransa'ya yarı finalde boyun eğdikten sonra Davor Suker'in mucizeler yaratmasıyla Dünya üçüncüsü olup herkesi şaşkına çevirdiler. Kimsenin başta hesaba katmadığı Davor Suker 6 golle turnuvanın gol kralı olmuştu. Çok yakından herkesin bildiği gibi Slaven Bilic'in Hırvatistan'ı 2008 Avrupa Şampiyonasında son uzatma devresinin uzatmalarında Semih'in attığı golle yıkılırken, penaltılar sonrası bir kez daha evlerine yarı finali göremeden döndüler.

ULUSLARARASI BAŞARILAR


  • Dünya Kupası : 1998 Üçüncü
  • Avrupa Şampiyonası : 1996,2008 Çeyrek Final

SON TURNUVALAR

   2010 Dünya Kupası

   Son Avrupa Şampiyonası çeyrek finalisti, 6 takımın bulunduğu eleme grubunda İngiltere ve Şeva'lı Ukrayna'nın 1 puan ardında kalarak Dünya Kupası oynama fırsatını kaçırdı.

   2012 Avrupa Şampiyonası

   Turnuvaya 3-1'lik İrlanda Cumhuriyeti galibiyetiyle başlayıp 3 puanı cebine koydular. Daha sonra güçlü kayalardan İtalya'ya çarpıp 1 puana razı oldular. Son maçlara girilirken İspanya'ya karşı alınacak beraberlik onları bir üst tura taşıyacakken maçın son anlarında İniesta'nın Navas'a attığı pas al da at dercesine güzel ve netti. Diğer tarafta son maçını kazanan İtalya 1 puan farkla bir üst turun, daha sonra finalin yolunu tuttu.

TAKTİK ANLAYIŞ

   Hırvatistan topa sahip olup oyuna hükmetmek üzerine kurulmuş bir takım. Eldeki oyuncuların özellikleri de en çok bu oyuna uygun. Modric, Rakitic gibi oyunu geriden kurup pozisyon hazırlayan oyuncuların yanı sıra pozisyonu bitirebilecek net golcülere sahipler. Bek oyuncularının hücuma dönük olması daha fazla orta yapılması demek. Ceza sahasında da Guardiola'ya göre kafa toplarında Dünya'nın en iyisi Mandzukic olunca sık sık orta yapılması kaçınılmaz oluyor. Kanatlardan birinde Eduardo veya Olic'i kullanarak çoğu zaman ikili forvet şekline geçerken arkadan gelen bek yardımını kolaylaştırıyor. Yıllardır süre gelen stoper sıkıntısı Dejan Lovren ile bu sefer son bulacak gibi. İlk kez bu kadar üst düzey bir stopere sahipler.

   Gruptaki her maçta farklı taktik anlayışla oynamaları muhtemel. Fizik gücüyle ön plana çıkan Kamerun'a karşı pas oyunu oynayıp rakibi yoracaklardır. Ev sahibi Brezilya'nın açılış maçında tüm gücüyle saldıracağını düşünürsek, kontralar deneyip savunmada sert, alan daraltan bir oyun oynaması kaçınılmaz. Meksika'nın 3-5-2'sine karşılık olarak tamamen hücum oynayıp, ilk dakikadan itibaren gol arayacağını düşünüyorum.

(Yarısaha.com'dan alıntıdır.)

TEKNİK DİREKTÖR

   Niko Kovac

   Eski bir milli futbolcu olan Niko, futbolculuğunda 'leadership' özelliğiyle takımı sırtlayan, ayağa kaldıran karakterde bir oyuncuydu. Antrenörlüğüne de bunu yansıtmaya çalışıyor. Kardeşi Robert ile birlikte hali hazırda takımın başında bulunuyorlar. Niko daha önce Red Bull Salzburg altyapı takımlarında çalışmış, daha sonra Hırvatistan U21 takımıyla çıktığı 5 maçın tamamını kazanmıştı. Davor Suker'in Federasyon başkanı olmasıyla beraber A milli takım antrenörlüğüne yükseldi. Elemelerin son demlerinde başa gelen Niko grubu ikinci sırada tamamlayıp play-off'da İzlanda'yı saf dışı bıraktı. Niko ve ekibi ilk kez önemli büyük bir turnuva oynayacaklar. Tecrübe eksikleri en büyük dezavantajları. Omuzlarında çok büyük bir yük olacak.

Artı ve Eksiler

   Sezon içinde takımlarıyla iyi sezon geçiren oyuncuların fazlalığı takıma olumlu yansıyacaktır. Modric ve Rakitic'in La Liga performansları gerçekten büyüleyiciydi. Yaratıcılık ve oyun kurma anlamında iki ayrı oyuncunun olması Hırvatistan'ın işini gerçekten kolaylaştıracaktır. Forvet hattında ilk tercih olarak gözüken Mandzukic'in ulaştığı gol sayısı bir önceki sezona göre artsa da Guardiola'nın rotasyonlarını işaret ederek takımdan ayrılmak istediğini söyledi. Çok disiplinli bir takım ancak net bir formasyonları yok. Niko Kovac'ın kısa bir süredir takımın başında olması sebebiyle kadroyla çok oynama şansı olmadı. 3-5-2, 4-4-2 ve 4-2-3-1 taktiklerini denedi. Şuan diziliş 4-2-3-1 olacak gibi gözüküyor.



Yıldız & Yıldız Adayı

   Luka Modric

   Şampiyonlar Ligi şampiyonu Real Madrid'de sezonun oyuncusu benim gözümde o. Gerçekten inanılmaz bir sezon geçirdi. Defansif olarak Madrid'e ilk ayak bastığı günden bu yana kendini çok geliştirdi. Oyun içinde takıma liderlik edeceğinden hiç kimsenin şüphesi olmasın.



   Kovacic

   Her ne kadar İnter'le iyi bir sezon geçirmese de 20 yaşındaki oyuncu büyük gelecek vadediyor. Bu tarz tek maçlı turnuvalarda kendini gösterebilmesi için büyük şans. 2012 Avrupa Şampiyonasında Rus Dzagoev kendini Dünya'ya tanıtmıştı, henüz 21 yaşındaydı. Kovacic aldığı dakikalar içinde fark yaratan bir oyun ortaya koyabilir.

KADRO SEÇİMİ

   Dünya Kupası için yeterince deneyimli ve genç oyuncuların harmanlanmasından oluşuyor takım ana hatlarıyla. Yaş ortalamasının 26.9 olması takımın genel olarak dinamik, olgun oyunculardan oluştuğunun göstergesi.

   Kalede yılların tecrübesi, 111 kez milli olmuş Pletikosa'yı göreceğiz. Muhtemelen onun son Dünya Kupası olacak.

   Dörtlü savunma hattının sağında kaptan Srna, ortada Lovren ve Corluka, solda ise Vrsaljko yada Pranjic'i görmemiz muhtemel.

   Vukojevic-Modric ikilisi savunmanın önünde oynayıp, oyunu geriden kurmaya gayret gösterecek isimler. Savunma halinde, Vukojevic'in savunma hattını beşleyeceğini çoğu kez görebiliriz.

   Perisic-Rakitic-Kovacic üçlüsü takımın hücumdaki yaratıcı oyuncuları. Perisic ve Rakitic kulüplerinde harika bir sezonu geride bıraktılar. Kovacic için aynısını söylemek zor. Skor üretmekte, istatistik yapmak da oldukça kötü bir sezon geçirdi. Yine de 20 yaşındaki oyuncudan beklentiler büyük, patlama yapması merakla bekleniyor.

   Forvet hattında normalde Mandzukic'i görmeye alışkınız. İlk maçta cezalı olması dolayısıyla Olic veya Eduardo sahada olacak. Diğer maçlarda bu üç oyuncu arasından zor bir seçim yapacak Niko Kovac.


  1. Stipe Pletikosa
  2. Sime Vrsaljko
  3. Danijel Pranjic
  4. Ivan Perisic
  5. Vedran Corluka
  6. Dejan Lovren
  7. Ivan Rakitic
  8. Ognjen Vujokevic
  9. Nikila Jelavic
  10. Luka Modric
  11. Darijo Srna (K)
  12. Oliver Zelenika
  13. Gordon Schildenfeld
  14. Marcelo Brozovic
  15. Milan Badelj
  16. Ante Rebic
  17. Mario Mandzukic
  18. Ivica Olic
  19. Sammir
  20. Mateo Kovacic
  21. Domagoj Vida
  22. Eduardo
  23. Danijek Subasic

1 Haziran 2014 Pazar

Yaktın bizi Metzelder!



  Dünya Kupalarının 18. Almanya'da düzenlendi. Çoğu turnuva da olduğu gibi ev sahibi favorilerin içindeydi. Onlar da turnuvanın başlamasıyla beraber bu düşünceyi kanıtlar cinste oynadılar. Ekvador, Polonya ve Kosta Rica'lı A grubunda hiç fire vermeden, Klose'nin attığı 4 golle rahatça gruptan çıktılar. İkinci turdaki rakip Larsson'lu, İbra'lı, Ljungberg'li İsveç. Grubun son maçında, Larsson'un İngiltere ağlarına yolladığı top onların turnuvadan erken veda etmesini engellemiş, grubu İngiltere'nin ardından ikinci sırada tamamlamasını sağlamıştı. Almanya bu turda rakibini erken bulduğu gollerle rahat geçti, 21 yaşındaki Podolski yıldızını parlatmıştı. Onlar rakibini beklemeye koyulmuşken, Arjantin'in Meksika'yı uzatmalarda yendiği maçta Maxi Rodriguez'in attığı harikulade gol, onları Almanya'nın rakibi yapıyordu.


   Beklenildiği gibi nefes kesen bir maç oldu, Ayala'nın golüyle ikinci yarının hemen başında öne geçti Arjantin, ardından Klose'nin 80. dakikada attığı gol maçı uzatmalara götürdü. Uzatmalarda eşitlik bozulmayınca penaltı atışlarına geçildi. Almanlar kendi seyircisi önünde penaltıları 4-2 kazanırken asıl dikkat çeken şey, her penaltı öncesi Jens Lehmann'ın çorabından çıkarıp baktığı bir kağıt vardı. Lehmann Ayala ve Cambiasso'nun penaltılarını kurtarmış, takımını yarı finale taşımıştı. Daha sonra o kağıdın gizemi anlaşıldı, içinde Arjantinli oyuncuların en sıklıkla penaltı vuruşlarını nereye vurdukları yazıyormuş, Lehmann'da hepsini aklında tutamadığı için çorabının içine koymuş. Sıradaki rakip yarı finalde Lippi'nin İtalya'sı. İtalya'nın yarı final yoluna da bir bakalım. E grubunda, Çekleri ve Gana'yı 2-0'la geçip, tek puan kaybını ABD karşısında, Zaccardo'nun kendi kalesine gol atmasıyla berabere kalarak aldılar. Bu sonuçlarla Avustralya ile ikinci maçı oynadılar. Daha sonra Almanların da hayallerini yıkacak olan Grosso, 90+3'te sol çizgiden içeri girdi, kendini rahatça yere bırakarak penaltıyı 'aldı.' Totti penaltıyı gole çevirince, İtalya'lar terlemeden geçtikleri düşündükleri maçta çok zorlandılar. Çeyrek finalde Ukrayna'yı 3-0'la rahat geçtiler ve yine gol yemediler, bu skorla ev sahibi Almanya'nın yarı finaldeki rakibi oldular.

   Yarı final öncesi birkaç istatistik vardı: İtalya 5 maçta 1 gol kalesinde görürken(Zaccardo KK.), Almanlar 3 gol kalesinde gördü. Her iki takım da yıllardır kupaya hasretti. Almanya en son 1996'da Avrupa Şampiyonası kazanmış ve ev sahibi olarak katıldığı turnuvada halkını mutlu etmek istiyor, İtalyanlar ise 2000'deki Fransa dramın ardından bu kupayı kazanmayı çok istiyordu. Takımlar maça şu 11'lerle çıktı:


   Lippi'nin kadrosu, maça kaybetmemek için çıktıklarını gösteriyordu. Çok katı oyunculardan kurulu takım, Pirlo'nun aralara atacağı toplarla gol bulmayı hedefliyordu. Camoranesi ve Perotta daha çok iç orta saha olarak görevliydi. Totti top karşı takıma geçince ortasahayı beşliyor, Toni ilerde kendince pres yapıyordu. Buffon ve savunma arasındaki uyum da İtalya'nın göze çarpıyordu.

   Löw-Klinsmann ikilisi ise Ballack'ın merkezinde olduğu bir takım çıkarmış, İtalya'yı ortadan açmaya çalışacaktı ki İtalyanların en iyi yaptığı iş belki de kalenin önünü kapatmaktı. Klose ve genç Podolski takımın gol ayaklarıydı, golleriyle Almanya'yı yarı finale kadar getirmişlerdi.

   Maç oldukça dengeli başladı. Almanlar İtalyanlara nazaran daha hücumcu oynasalar da etkinlikleri çok azdı. Taraftarlar İtalyanlar üzerinde öyle bir baskı oluşturuyordu ki bu baskıyı ancak Pirlo, Totti ve kaptan Cannavaro gibi isimler kırabilirdi. İtalya savunmadaki alan daraltması ve top çalmalarla Almanların net fırsatlar yakalamasını engelliyordu ve hücum halindeyken daha etkiliydiler. İki takımda açık oyunda çok etkili olamıyordu. Maçın kilit noktasının duran toplar olacağı belliydi. İtalya sürekli olarak ofsayta düşerek hücumlarını net şekillendiremeden sonlandırıyor, Almanya ise bulduğu şansları değerlendiremiyordu. İlk yarı golsüz eşitlikle tamamlandı.

   Lippi'nin kadro seçiminde Del Piero ve Gilardino'yu kenarda bekletip, defansif olarak daha iyi olan Perotta ve hava toplarında Mertasacker ve Metzelder'le daha iyi mücadele edecek Toni'yi kullanması akıllıcaydı. Ayrıca takım savunmasını harika uyguluyorlardı. Gattuso, Pirlo'nun defansif açığını her daim kapatıyor sahada ayak basmadık yer bırakmıyordu. Burada Totti'nin etkinliği çok azdı ama takımın diri kalmasını sağlıyor, hücumlarda liderlik ediyordu. Almanların en büyük sıkıntısı Friedrich'ten yeterli hücum verimini alamamak ve Ballack'ın maksimum etkisini sağlayamaması oldu. Dört orta saha oyuncusuyla oynamaları kanatlarda onları etkisiz kıldı, Klose ve Podolski'nin markaj altında olmasıyla İtalyan yarı sahasında boşluk bulmakta zorlanırken, bulduklarında değerlendiremediler.

   İkinci yarı daha çok dikine uzun toplar şeklinde oynandı. Almanlar rakip kalede ilk net tehlikesini Klose ile 50. dakikada yarattı ancak Buffon'u geçemedi. Zaten Cannavaro-(Gattuso)-Materazzi ikilisini geçmekte zorlanırken bulduğunuz pozisyonları gole çevirmelisiniz. Almanlar rakibinin üzerinde baskıyı biraz artırırken İtalyanlar soğukkanlılıklarını koruyor, oyunun her anında %100 konsantrasyonla oynuyordu. Ancak onlarında beceriksizliği çok sayıda kullandıkları köşe vuruşlarının hepsi Lehmann'ın elleri arasında eriyip gitmesiydi. Beklerinin fiziksel olarak çok güçlü olması İtalyan takımın direncini bir kat daha artırıyordu. Zambrotta çift ayaklı olması ve sahip olduğu güç ve dayanıklılığı, takımla olan uyumu savunma güvenliğini kat kat katlıyordu. İtalyanlar hala net bir pozisyon bulamazken Almanya rakibini ite ite üstünlüğü eline geçirmişti oyunun 50-65 dakikaları arası. 60. dakikada Arne Friedrich cezasahasına güzel bir koşu yaptı, sol ayağıyla vurduğu top, Buffon'dan geri döndü. Klinsmann ilk hamlesini solda etkisiz kalan Borowski yerine Schweinsteiger'i alarak yaptı, bu değişikliğe Toni-Gilardino değişikliğiyle cevap verdi. Etkisini yitiren Toni yerine daha çabuk ve sprinter Gilardino'yu alarak akıllıca bir iş yaptı Kurt Hoca Lippi. Bu dakikalarda artık orta sahalar hızlı geçilip, 1. ve 3. bölgelerde oynanıyordu oyun. Pirlo ve Ballack oyun kurucu rollerini üstlenmişti. 80. dakikada ceza sahası üzerinde Podolski'nin kazandırdığı frikikte Ballack az farkla topu auta yolluyordu. Hemen sonrasında Schneider yerine Odonkor orta sahaya dinamiklik katmak için oyuna girdi. Son beş dakikaya girildiğinde Totti'nin harika pasında savunma arkasına sarkan Perotta golle burun burunaydı, ta ki Lehmann topu ve onu yumruklayana kadar. Yüzüne darbe alan Perotta oyuna devam etti. Maçın 90 dakikası golsüz tamamlanırken, hakem maçı uzatmaya taşıdı. 

   60-40 oranlarında daha fazla topla oynayan Almanya istediği pozisyonları bulamadı. Hatasız oynayan Cannavaro ve arkadaşlarını geçmek mümkün olmadı. Maç İtalya'nın istediği şekilde uzatmalara gitti. Çeyrek finalde uzatmalara giden maçta Arjantin'i penaltılarla geçen Almanlar bu maçta da penaltılara gitmesi halinde kazanacaklarını inanıyorlardı. Uzatma devrelerinin ilkine Camoranesi-Iaquinta değişikliğiyle başlandı. Daha ilk dakikada Gilardino Metzelder'le girdiği ikili mücadeleden galip çıkınca, büyük tehlike yarattı, top Lehmann'ın bakışları arasında direkten döndü. İtalyan tehlikeleri durmak bilmedi, bir dakika dolmadan Zambrotta'nın sert şutu üst direkten auta giderken bütün Almanların endişesi yüzünden okunuyordu. İtalya oyuna yeni giren Iaquinta üzerinden sağ kanattan oynamaya başladı oyunu, fiziksel olarak Lahm'a üstünlük kurması bunu tetikledi. İlk uzatma devresinin sonuna girilirken İtalya'nın finali ne kadar çok istediğini gösteren değişiklik geldi, Juventus'un efsane 10 numarası Del Piero, Perotta yerine oyundaydı. Lippi penaltı atışlarını da önemsemiş olacak ki daha etkisiz olan Totti yerine Perotta'yı çıkardı. 105+1. dakikada Almanya eline geçen en net fırsatı Podolski'nin bomboş pozisyonda harcamasıyla değerlendiremedi.


   Yaklaşık 30 dakikadır sahada görünmeyen Klose yerine Neuville oyuna girdi maçtaki son değişiklik bu oldu. Oyun bu dakikalarda çok hızlandı, ataklar birbirini kovaladı. Orta sahada kapılan topla ani atağa kalktı Almanlar, Podolski'nin sol çaprazdan çektiği sert şutun ağlara gitmeyişinin sebebi Buffon'un dünya bir numarası olmasından kaynaklanıyordu. Artık maçın son anlarına girilirken o kritik anlarda golsüz beraberliği bozan taraf İtalya oluyordu. Üst üste kullanılan köşe vuruşları golü getirdi. Del Piero korneri kullandığında her şey normaldi, ne zaman Friedrich çıkıp kafayı vurdu o zaman ortalık karıştı. Ceza yayının üzerinde topla buluşan Pirlo adeta bir ressam gibi sanatını ortaya koydu, Metzelder'den kurtulan Grosso kendine gelen harika pası ancak bu kadar iyi kullanabilirdi. Sağ çaprazdan sol plase vurarak Almanları mağlup ediyordu Grosso. Kalan az zamanda Almanlar topluca hücum etti ama bu sadece farkın artmasına sebep oldu. Cannavaro'nun başlattığı atak Del Piero'nun doksana gönderdiği plasesiyle son buldu.



   Almanya ilk kez Dortmund'da oynadığı bir maçı kaybetti ve daha önemlisi final hedeflerine ulaşamadılar. 118. dakikada Metzelder'in yaptığı anlık hata olmasaydı belki de Almanya finale yükselen taraf olacaktı. Maçın ibresinin İtalya'ya dönmesini sağlayan şey kesinlikle yüksek konsantrasyon. Maçın sonunda ikinci kez final oynama şansını kaçıran Ballack göz yaşlarına hakim olamıyor, "Yaktın bizi Metzelder! diye dertleniyordu.


   Maçın tamamını izlemek isteyenler:



30 Mayıs 2014 Cuma

Değişim Zamanı | Barcelona

   Son yıllarda dünya futbolunun egemenliğini eline alan Barcelona ve İspanya-yani 'tiki-taka'nın panzehri bulundu! Mourinho'nun Real Madrid'de geliştirdiği, Ancelotti'nin bana göre mükemmelleştirdiği kontrataklarla hızlı hücum en çok da Barcelona'yı vurdu. İspanya'da bu durumdan etkilendi ancak Konfederasyon Kupasında alınmış bir darbe çok da ciddi değil, onları da Dünya Kupasında göreceğiz. Biz konumuza dönelim, Barcelona Guardiola sonrası Tito Vilanova'nın kansere tekrar yakalanması sonrası takımın başına Tata Martino'yu Newell's Old Boys'dan transfer etti. Tek ciddi transferini Santos'tan Neymar'ı 57.1M€'ya alarak gerçekleştirdi. Bunun yanında altyapıdan as takıma yükselen oyunculardan birkaçını kiraya yolladı. Thiago fazla forma şansı bulamadığı için takımdan ayrılmaya karar verdi, eski hocası Guardiola'nın Bavyera'sına katıldı. Yıllardır kulübe emek veren David Villa çok cüzi bir ücretle Atletico Madrid'e satıldı.

   Sezona hızlı giren Barcelona İspanya Süper Kupasında Atletico Madrid ile karşılaştı. Neredeyse kupayı kaybedebileceği iki zorlu maçtan deplasman golü kuralıyla kupayla çıktı. Ligde ise başlangıçta çok iyi görünseler de oyun içindeki eksikler gözle görülebiliyordu. Fiziksel ve mental olarak çok kötü bir sezon geçirdi Barcelona. Neymar'ın transfer skandalı ardından, başkanın istifası ve Josep Bartemeu'nun göreve gelmesi, takımın yıldızları Messi ve Neymar'ın sırayla sakatlanması, nisan ayında Tito Vilanova'nın kansere karşı mağlup olmasından sonraki duyulan üzüntü kulübü harap etti resmen. Ben daha çok bu yazı da Barcelona'nın kötü sezon, yıllar sonra kupasız bir sezon geçirmesinin ardındaki nedenleri inceleyip, yazın döneminde ve gelecekte Barcelona'da olası değişimleri anlatmaya çalışacağım.

Yeni başkan: Josep Bartemeu

   Barcelona yıllar sonra belki de ilk kez şampiyonlar ligi gruplarında bu denli zorlandı. Evindeki maçları rahat kazanmalarına rağmen deplasmanlarda çok zorlandılar. Önce Celtic deplasmanında tek gollü tatmin etmeyen oyunun ardından San Siro'da Milan'a konuk oldular. Orada da eski pas oyununun temposunun azaldığını net bir şekilde gördüm. Kapanan savunmaları açmakta oldukça zorlandılar bu sene birkaç maç dışında. Son olarak Amsterdam'da 3 puan bırakırken, eski gücünde olmayan Ajax'ın da taktiksel oyunlarla Barcelona'yı yenebildiğini gördük.

   Barcelona'nın taktiksel anlamda artık çözüldüğünü görebiliyoruz. En beklenmedik takımlardan, belirli eksiklerinden yararlanılarak gol yiyebiliyorlar. Örneğin hava toplarında zayıf olmalarından kaynaklı kim bilir kaç gol kalelerinde gördüler bu sezon. Bir diğeri de kontrataklar. Alba'nın oynamadığı maçlarda 3 yavaş savunmacıyla oynadılar. Mascherano zaten benim gözümde hiçbir zaman stoper oyuncusu değil, Pique'nin Barcelona klasında tekniği, karizması ve pas yeteneği olsa da yavaş olması çok büyük dezavantaj. Daniel Alves'e gelecek olursak, kısaca söyleyeyim: artık dünyanın bir numarası değil. Sezonun en iyi iki oyuncusundan birisi bana göre Barcelona'da. Ancak eskisi gibi istekli, "arzulu" değil.

   Arzu ve Doymuşluk

Son yıllarda Barcelona o kadar büyük başarılar kazandı ki yaklaşık 4 sene boyunca bunan hiç ödün vermediler. Ama her insanda da olabileceği gibi artık bir doymuşluk hissi takımın tamamına etki etti. Mesela Messi eskisi kadar gole aç bir sezon geçirmedi. Ayrıca "tembel" olduğu için birçok eleştiriye tabi tutuldu. La Liga şampiyona Atletico Madrid'e karşı oynadığı 6 maçta gol atamadı, ayrıca herhangi birinde etkili de değildi. Şampiyonlar Ligi ikinci maçında kariyerinin en kötü maçlarından birini oynadı, varlığıyla yokluğu fark etmedi. Sezonun genelinde Dünya Kupasına odaklandığı çok net bir şekilde görüldü. Diğer birçok oyuncu için de aynı şey geçerli. Mesela Xavi'nin de bu sezon eski isteği yoktu sahada. Yaşının da ilerlemesiyle bir süre sonra düşüşe geçeceği belliydi ama bu düşüş çok hızlı gerçekleşti. Takımın maestrosu rolünü tamamen Iniesta'ya bırakıp, efektifliğini kaybetti bu sene. Pique yine takımın ayakta kalan oyuncularından biriydi ama Realli Ramos'la karşılaştırılamayacak kadar kötüydü.

Barcelona Messi ve Xavi'yi çok aradı.

   Yaşlı ve Alternatifsiz Kadro


Aslında başarıların üst üste geldiği yıllarda da ahım şahım alternatifli bir kadro yoktu ellerinde. Ama şimdi hem daha az üst düzey yedek oyuncu var ve oyuncular da gitgide yaşlandığı için oynadıkları maç sayısının fazlalığı kondisyon anlamında dezavantaj yaratıyor. Ayrıca Puyol ve Alba sakatlıkları dolayısıyla fazla oynayamadı, Alex Song, Montoya ve Cuenca kadroda kendine yer bulamayan diğer isimler. Pas oyunuyla harikalar yaratan, bir dönemi domine eden Barcelona'nın saha içindeki en büyük sorunu paslaşma hızı. Burası gerçekten çok kritik. Xavi'nin temposunun yavaş yavaş düşmesi, Neymar'ın alışma süreci geçirmesi takım kimyası oldukça bozdu. Barcelona'nın aşırı paslaşması yüzünden maçtan sıkıldığınız çok kez olmuştur. Takım yine sıkıyor ama bunun nedeni paslaşmaların eski etkinliğini kaybetmesi. Bunun yanında Jordi Alba'nın sezonun yarısında forma giyememesi takımın hızını olumsuz yönde etkiledi. Alves'in de eski formunda olmaması, oyun hızının düşmesindeki temel etkenlerden biri.




   Oyuncu Tercihleri



   Kaleci: Geçtiğimiz sezon sözleşmesini yenilemeyeceğini kulüp yönetimine söyleyen Valdes sezona harika başlamıştı. Casillas'ın lig maçlarında oynamamasından dolayı milli takımda ilk 11 oynaması söz konusuyken şanssız bir sakatlık geçirdi. Ön çapraz bağlarının kopmasıyla kaleyi Pinto devraldı. Futbolu az çok bilen herkes Pinto'nun Barcelona kalibresinde bir oyuncu olmadığı görebilir. Zaman zaman yaptığı kurtarışlarla takımını kurtabilirken, sık sık prese karşı yaptığı ansız top kayıpları onu kendi takımı için tehlikeli bir duruma sokuyor. Ter Stegen'e sezon bittiği gibi imza attıran Barcelona yönetimi kaleye uzun yıllar sonra el attı.



   Savunma: Daniel Alves'ten başlamak istiyorum. Uzun süre dünyanın en iyi sağ beki olarak lanse edilen Alves artık bu konumda kesinlikle değil. Kalitesinden hiçbir şey kaybetmiyor ancak doymuşluk hissi hakim. Orta isabetinden tutun, koştuğu mesafeye kadar birçok aksaklık yaratıyor. Montoya'nın da Barcelona seviyesindeki bir takıma yakıştığını düşünmüyorum. Alves'in PSG'ye transferi de söz konusu iken yine bir sağ bek alınması şart. Stoper mevkisinde Puyol'un eksikliği en çok bu sezon hissedildi. Pique ile Puyol arasında harika bir uyum vardı. Mascherano ile uyumlu, birbirini tamamlayan bir profil çizmiyorlar. Zaten Mascherano'nun stoper oynamasına çok uzun zamandır karşıyım. Tercihlerine saygı duymakla beraber, Tata'nın Song'u stoper oynatamayacağını anlaması gerek. Her defansif orta saha oyuncusuydan stoper olacak diye bir şey yok. Takviye şart. Sol bek pozisyonu için şanssızlık demekten başka bir söz söyleyemeyeceğim. Jordi Alba'nın takım için ne ifade ettiğini herkes görmüştür sanıyorum, Barcelona kadar İspanya milli takımı da onu arayacak.

   Orta saha: Harika dört orta saha oyuncusuna sahip Barcelona bu bölgeyi kesinlikle güçlendirmeli. Neredeyse hiçbir zaman kötü maçını izlemediğim Iniesta bile zaman zaman kötü futbol oynadı. Xavi'nin fiziksel düşüşü takımın motoruna hasar verdi. Busquets bu üçlü arasında en iyi sezon geçiren oyuncu bana göre. Fabregas'a gelince, yaptığı 13 asistle bu sıralamada 3. sırada. Mevkisinde oynamama sorunu yaşadığını düşünüyorum. Fabregas tam bir orta saha oyuncusu. Sahte 9 yaratma çabalarını anlayamıyorum Tata'nın. Orta sahaya mutlaka yedek kalmayı sıkıntı etmeyecek, 10 üzerinden 8'lik bir orta saha lazım.

   Hücum: Elinizde kullanabileceğiniz 5 hücum oyuncusu var Tello dahil olmak üzere. Genel olarak Neymar-Messi-Alexis üçlüsüyle oynadılar. Pedro ve Alexis değişmeli olarak oynadılar. Tello ise hiç şans bulmadı bu 4 oyuncu içerisinde. Buradaki sorun, pivot santrfor olmayışı. Kapanan ve yüksek pres gücü olan takımlara karşı savunmayı açmakta zorlanıyorlar. Orada duvar olabilecek, servis yapabilecek bir oyuncuya ihtiyaçları var. Medyada Llorente ismi çıktı ancak Güney Amerika'lı bir oyuncu eldeki forvet hattına daha iyi uyum sağlayabilir.

   Teknik Direktör


   Barcelona'da teknik direktörlük yapmak gerçekten çok zor. Ekranı karşısında oturup bu takımı bende yönetirim diyenler çok büyük yanılıyor. Guardiola göreve ilk geldiği günden beri o kadar çalışıp çabaladı ki kulüpten ayrıldığında sanki 20 sene geçmiş gibiydi. Sayısız kupalar kaldıran Guardiola Barcelona'nın başındaki uzun süren birlikteliğinin ardından yorulduğu gerekçesiyle ayrıldı. Onun yerine gelecek isim yardımcısı geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Tito Vilanova oldu. Sezon içinde kanser tedavisi gördüğü süreçte takımda belli bir düşüş olduğu gözlendi. Sezonu şampiyonlukla tamamladılar ancak Tito'nun kanserle mücadelesi bitmemiş, tekrar tedavi için Amerika'ya gitmek zorunda kalmıştı. 2013/14 sezonu başında Arjantinli Tata Martino ilginç bir şekilde göreve getirilmişti. Taktiksel olarak kendine has bazı değişiklikler yaptı, bana göre ilk senesinde bunu büyük çaplı olarak yapması hatalıydı. Sezon sonunda hiçbir kupayı kazanamadı ve görevinden istifa etti.



   Barcelona'da yeni bir dönem daha başlıyor. 2 senedir süren teknik direktör istikrarsızlığını Luis Enrique ile sonlandırmak istiyorlar. Luis Enrique'nin teknik direktörlük kariyer hiç iyi değil. Kulübün felsefesini bilen ve içinden gelen birini göreve getirmek kültürlerinin bir parçası ama çok daha yüksek profilli başka bir hocayı bulmaları gerektiğini düşünüyorum. Barcelona bu konuda büyük bir kumar oynadı. Luis Enrique kariyer patlamasını burada gerçekleştirebilir mi, düşündürücü ama neden olmasın.

   Değişim Zamanı

Transfer

   Öncelikle kulübün transfer politikasının değişmesi gerekiyor. Aynı tip oyuncuların kadroda bulunması rotasyonu kısıtlıyor. Fiziksel açıdan üstün oyuncuların takıma katılması gerek. Dünya çapında bir stoper transferi Barcelona'nın en zayıf karnını güçlendirecek. Orta sahaya da alternatif oyuncular alınmalı. Xavi'nin bu sezonki performansına bakarak seneye neler yapabileceği belli değil. Forvet hattında da defansif olarak güçlü, sahte 9'un yanında, uzun boylu, oyun sıkıştığında arkadaşlarına pozisyon hazırlayabilecek iki oyuncu alınabilir.

   Juan Cuadrado, Cladio Bravo ve Marquinhos'un transfer listesinde olduğu konuşuluyor. Bu 3 oyuncu da benim Barcelona formasıyla görmekten zevk alacağım oyuncular. Özellikle Bravo Ter Stegen ile rekabete girip gelişimi sağlayacak ve iyi bir yedek olacaktır.


Oyun Tarzı

Son zamanlarda Barcelona'nın oyun tarzını bozan şey yeterli presi yapmamaları. Zaten kendi yarı sahalarındayken savunmalardaki aksaklıklar var, pres de olmayınca rakip rahatça üstlerine gelebiliyor. Vilanova'yla beraber, pas oyununun önemini bir tık düşürüp, dikey-direkt oyun anlayışını sergilediler. Oyun hızını artırabilmeleri halinde eski taktik anlayışlarına dönmeleri olası. Ama burada kilit nokta kesinlikle "önde baskı".

Teknik Direktör İstikrarı

Guardiola'dan sonra istikrarsızlığın başlaması kısa zamanda kendini çok belli etmedi ama uzun süre zarfında bunun yan etkileri görülecektir. Luis Enrique kişisel olarak teknik direktörlük kariyerinin çıkışını yapabilir, Barcelona'nın onu seçmesi çok büyük şans. Yönetime gereken güveni verirse, Guardiola'nın izinden gitmesini bekliyorum.

Guardiola'dan sonra o da kalıcı olabilecek mi?

  Bir takımın 10 yıl kadar bir süre boyunca dünya futboluna hükmettiği görülmemiştir. Guardiola'nın Barcelona'sı tarihin en iyi birkaç takımı içinde yer alıyor. Bu başarıyı devam ettirmek çok ama çok zor. Barcelona'lıların görmek istediği o kusursuza yakın oyun için hızlıca değişimler yapması şart. Aksi halde bunun bedelini ağır bir şekilde ödeyebilirler. Hem de İspanya'da Atletico Madrid dirilmişken.

21 Mayıs 2014 Çarşamba

LA LIGA SEZONUN TAKIMI

   Heyecanla dolu geçen La Liga sezonunun ardından bir yılın takımı da ben yapayım dedim. Kadronun önemli bölümünü Atletico Madrid'li futbolcuların oluşturması kimseyi şaşırtmayacaktır. İşte bana göre La Liga'da yılın takımı:

THIBAUT COURTOIS

   La Liga'da oynadığı 37 maçın 20'sinde kalesini gole kapatmayı başardı. Atletico'nun şampiyonluğundaki en büyük pay sahiplerinden birisi o. Yaptığı kurtarışlar ve haftalar ilerledikçe verdiği güven takımı oldukça rahatlattı. Şampiyonlar Liginde Milan ilk maçında yaptığı muhteşem iki kurtarışın benzerlerini sezon boyunca sürekli gördük. Sadece benim 11'ime girmedi, birçok yazar-yorumcunun kadrolarına ilk yazdıkları isim oldu. İspanya Futbol Federasyonu tarafından da yılın takımına seçildi. Seneye muhtemelen Chelsea'ye geri dönecek Courtois 18 yıl sonra Atletico'yu şampiyon yapan en önemli faktörlerden biriydi.



JUANFRAN

Juanfran için kariyerinin en iyi sezonunu geçirdiğini söyleyebiliriz. Osasuna yıllarında sağ açık, sol açık mevkilerinde oynatılmıştı. Aynı Fenerbahçeli Caner gibi açıktan dönme bir bek olmasının avantajlarını görmeye, göstermeye başladı. Gücü ve bitmeyen enerjisiyle sağ kanadı her maçta forse etti. Onun ofansif gücünü en iyi gösteren maç Stamford Bridge'deki Şampiyonlar Ligi maçıydı. Yaptığı iki asistle, Lizbon yolunda çok büyük bir katkı sağladı. Harika sezonun ardından İspanya'nın Dünya Kupası kadrosuna girmeyi başardı.



FILIPE LUIS

Açık ara ligin en iyi sol beki. Aynı Juanfran gibi oyunun iki yönünü de eksiksiz oynayan Filipe Luis Avrupa'da en beğendiğim sol bek. Oyuna konsantrasyonu muazzam derecede iyi. Top kapma becerisi çok yüksek, bir tek hava toplarında zayıf olduğunu söyleyebilirim. Arda ile aralarında oluşan bağ hem savunma yaparken hemde hücum yaparken rakiplere tehdit oluşturdu. Ancak Scolari tarafından Brezilya milli takımının kadrosuna alınmaması beni gerçekten üzdü. Marcelo'ya göre defansif yönü çok daha iyi olan Filipe Luis bana kalırsa Scolari'nin kadroyu korumak istemesinden dolayı turnuvada sadece seyirci olarak kalacak.


DIEGO GODIN

Sezon boyunca savunma hattının liderliğini yaparak rakip oyuncuları kaleden olduğunca uzak tuttu. Onun liderlik vasfını kenara atmamak lazım. En yakın zamanda hatırlayacaksınız Barcelona karşısında attığı kafa golü şampiyonluğu getirmişti. Ligde toplam 4 gol atarak savunmadan gole en çok katkı veren oyuncu oldu. Miranda ile oluşturduğu ikili de akıllarda uzun süre yer edecektir.


FEDERICO FAZIO

Takımınız sahaya çıkarken onun gibi bir lideri kadroda görmek herkesi rahatlatır. Hava toplarındaki hakimiyeti ve süpürücü görevi onun öne çıkan özellikleri. Dünya Kupası aday kadrosuna çağrılmamış olması Arjantin için büyük bir kayıp.


IVAN RAKITIC

Gerçekten şahane bir oyuncu. Onu izlerken çok büyük keyif alıyorum. Takımın adeta maestro'su. Dünya Kupasında onu Modric'le yan yana izleyebilecek olmak büyük bir şans. Sadece ilerideki Bacca'ya servis yapmıyor, topu koruyor, oyunun açılmasında çok büyük yararı var. Sevilla adına sezonun oyuncusu kesinlikle o.



ANGEL DI MARIA

Di Maria bu sezon Ancelotti'nin 4-3-3'üyle beraber evrim geçirdi. Onun dripling yeteneğinden sol içte yararlanan Ancelotti, bu sayede Ronaldo'nun kaleye daha yakın oynamasını sağladı.  34 maçta 17 asistle bu alanda ligi birinci konumda bitirdi. Attığı gol sayısında azalma olsa da toplamda 21 gole direkt olarak etki ederek, 2011/12 sezonundaki kariyer rekorunu kırdı(20).


LUKA MODRIC

Kadromdaki iki Hırvat oyuncudan birisi. Kontratak futbolu oynayan Real Madrid'in ihtiyacı olan orta saha. Zaten Tottenham'dan geldiğinde de bunları yapabiliyordu ama Madrid'e geldiğinden beri kendini savunma yönünde çok geliştirdi. Maç başına top çalma sayısı geldiği günden beri artarak devam ediyor(1.3-->1.7-->2.1). Real Madrid'in olmazsa olmaz oyuncularından biri.


KOKE

Şampiyon takımın orta saha yükünü Gabi ile birlikte o taşıdı. Her özelliğiyle harika bir oyuncu. Son paslardaki becerisi, onu asist krallığı sıralamasında sadece Di Maria geçebildi(13).  Bu orta saha içinde defansif olarak fark yaratacaktır.



DIEGO COSTA

Sezon başında Falcao takımdan gönderilirken herkes bu takımın nasıl gol atacağını düşünüyor, Diego Costa'yı yok sayıyordu, ben de dahil olmak üzere. Ancak o, o kadar iyi bir çıkış yaptı ki ligde uzun süre gol krallığında zirvede oturdu, sezonu 27 golle tamamladı. Sezonun ilk derbisinde attığı tek golle takımına Santiago Bernabeu'da 3 puanı getirmişti. Yine ligdeki ilk Celta Vigo maçında 2 gol atarak zorlu bir maçta takımının hanesine 3 puan daha yazdırdı. Yaz transfer döneminde Chelsea'ye imza atacağı yüksek seslerle konuşuluyor.


CRISTIANO RONALDO

Ronaldo harika bireysel olarak çok iyi bir sezon geçirmesine rağmen yaşadığı iki sakatlıktan dolayı ligde 30 maçta görev alabildi. 31 gol atarak Avrupa Altın Ayakkabı ödülünü Suarez ile paylaştı. Onun yokluğunda kaybedilen puanlar Real Madrid adına ölümcül oldu, son haftalardaki Celta Vigo maçı gibi. Onu sezonun takımına dahil etmemek için sanırım sarhoş olmaz gerek.



   YEDEKLER

   KEYLOR NAVAS

Sezonun dikkat çeken bir diğer kalecisi Levante'li Navas. Yakın mesafeden yaptığı kurtarışlar gerçekten maç kurtarıcı olanlardan. 36. haftadaki Atletico Madrid maçında bunu gözler önüne sermişti.

   MIRANDA

Miranda oyuna konsantrasyonu en yüksek oyunculardan birisi. Godin'le birlikte yan toplarda her zaman etkiliydiler.

   GABI

Onun yerine kadroma Koke'yi almak zorunda kaldım. Atletico'nun kaptanından çoğu zaman söz edilmese de başarının arkasındaki en önemli oyunculardan birisi kesinlikle o.

   ANTOINE GRIEZMANN

Sezon başında patlama yapan 23 yaşındaki Fransız, sezonu 16 gol ve 3 asistle tamamladı. Takım arkadaşı Vela'yla birlikte Sociedad'ın en önemli iki oyuncusundan biri.

   LIONEL MESSI

Onu yedekler listesinde görmek hayal kırıklığı yaşatıyor tabi ki. Ama bu sezon 4-3'lük Real Madrid maçı haricinde, büyük maçlarda yeterince etkili olamadı. Üst üste yaşadığı sakatlıklar ve kafasının Dünya Kupasında olması Messi'nin alışılmış performansından onu uzak tuttu.

   GARETH BALE

100 Milyon Euro eder mi, etmez mi tartışmalarının ve yaşadığı sakatlık-hastalıkların ardından La Liga'da Gareth Bale fırtınası esti. 27 karşılaşmada tam 15 gol 12 asistlik performans sergiledi. Bu da maç başına bir gole etki ettiğini gösteriyor henüz ilk sezonunda.

   CARLOS VELA

   Nihayet parlayabildi. 2005 U-17 Dünya Kupasının ardından Arsene Wenger tarafından Arsenal'e transfer olan Vela, birkaç takımda kiralık oynadıktan sonra ilk kez San Sebastian'ı kendi evi gibi gördü. O, Real Sociedad için çok önemli. Takımının attığı 62 golün 28 tanesinde onun payı var. La Liga'nın en iyi oyuncularından biri.


19 Mayıs 2014 Pazartesi

ANALİZ | BREZİLYA

[seleção+brasileira.jpg]

   Futbolla yaşayan, 5 kez Dünya şampiyonu olmuş, Pele, Ronaldo, Zico, Romario gibi sayısız efsaneler gelir aklıma Brezilya denilince. Belki futbolu bulmadılar(!) ama futbolu güzelleştiren şüphesiz onlar! Dünya Kupası tarihinde, onlardan başka her Dünya kupasına katılan başka bir takım yok. 5 Dünya Şampiyonluğuyla tartışmasız, dünyanın en iyisi olan Brezilya yaklaşık bir ay sonra Dünya Kupasını düzenleyecek, futbol şenliği başlayacak. Hedef: Elbette Şampiyonluk! Bunun çeşitli sebepleri var: Son iki Dünya Kupasında yaşanan hayal kırıklıkları, ülkede Dünya Kupası yüzünden yaşanan politik sıkıntılar ve en önemlisi de bundan tam 64 yıl önce Maracana stadında Uruguay'a kaybedilmiş şampiyonluk.

   Geçmiş yıllarda yakın tarihte kulüpler düzeyinde yeterince olmasa da, milli takımlar seviyesinde ve yetiştirdiği futbolcularla dünya futbolunda etkili olmuştu Brezilyalılar. Scolari'nin milli takım kadrosunu 7 Mayıs'ta açıklamasıyla beraber akıllarda kimin oynayıp oynamayacağı işaretleri de silindi. Artık Brezilya'yı turnuvada neler bekliyor, gözden geçirmenin zamanı geldi.

1970 Finalini oynayan efsane kadro
(1.Felix-2.Brito-3.Piazza-4.Carlos Alberto(K)-5.Clodoaldo-
7.Jairzinho-8.Gerson-9.Tostao-10.Pele-11.Rivelino-16.Everaldo)

    2002 yılından beri Dünya Kupalarında elde edilen kötü sonuçlar Brezilya halkını mutsuzluğa itti. 2006'da Zidane'ın Fransa'sına 1-0'la boyun eğip henüz kendileri için çor erken bir aşamada evlerine dönen Sambacılar, 2010 yılında da Sneijder'in olağanüstü oyunu ve Galatasaray'dan çok iyi tanıdığımız Felipe Melo'nun kırmızı kartı ile önde götürdükleri maçı kaybedip evlerinin yolunu bir kez daha çeyrek finalde tuttular. Turnuvaya geçirdiği ağır sakatlık sonrası ağrılarıyla katılan Kaka haksız yere büyük bir kesimden nefret toplamış, Melo ise günah keçisi ilan edilmişti hatırlayacaksınız. Bu sefer turnuvaya büyük kadro değişimi ve Maracana'da kupayı kaldırmanın hayaliyle giriyorlar Brezilyalılar. 1998'de kaybedilen finalden sonra takımın başına bir kara bulut çökmüş, ardından takımın başına Felipao getirilmiş, 2002 yılında Dünya Kupası bu kez Japonya'da kazanılmıştı. 8 sene sonra, yine bir huzursuzluk ortamında Menezes ve Dunga sonrasında bu durumu yönetmeyi gayet iyi başarabilen Felipao takımın başına getirildi. Kendinden beklenenlerden haberdar ve emin. Acaba bu sefer 1950'nin lanetini kırıp, Jules Rimet kupasının daimi sahibi olduktan sonra Dünya Kupasının da daimi sahibi olabilecekler mi?

    ULUSLARARASI BAŞARILAR
  • 5 Dünya Kupası (1958,1962, 1970, 1994, 2002)
  • 8 Copa America (1919, 1922, 1949, 1989, 1997, 1999, 2004, 2007)
  • 4 Konfederasyonlar Kupası (1997, 2005, 2007, 2013)

    SON TURNUVALAR

   2011 Copa America

Kadroda değişimin başladığı ilk yılda Copa America kadrosunda değişimin ilk adımları atıldı. Thiago Silva, Neymar ve David Luiz gibi gelecek yılların 11'ini oluşturacak iskelet isimler kadroya dahil olmuş, yaş ortalaması azalmıştı. Grubunda Venezuela, Paraguay ve Ekvador'un olduğu Brezilya, etkileyici bir performans göstermeden 1 galibiyet, 2 beraberlikle grup lideri oldu. Çeyrek finalde yine grubundaki Paraguay ile eşleşen Brezilya, gruptaki 3 maçında da berabere kalmış Paraguay'la yine berabere kaldı, penaltılar sonucu henüz çeyrek finalde saf dışı kaldılar. Pato ve Neymar attıkları 2'şer golle(toplam 6) takımlarının en golcü iki oyuncusu oldu.



   2012 Olimpiyat Oyunları

Sadece 23 yaş altı oyuncuların alınabildiği(+3 tane 23 yaş üstü) Olimpiyatlarda, takım daha da bir oturuyor hale geldi. Thiago Silva, Hulk, Neymar, Oscar ve Marcelo Scolari'nin değişmezleri haline geldiler. C grubunda karşılaştığı  Mısır, Yeni Zelanda ve Belarus'u 3'er golle geçip çeyrek finale kaldılar. Eşleştiği Honduras'ın da kalesine 3 gol bırakarak yarı finale kadar geldiler. Büyük Britanya'yı eleyen Güney Kore ağlarına bir kez daha 3 gol bırakarak finale rahat skorlar alarak çıktılar. Finalde rakip Meksika'ydı. Henüz ilk dakikada yenilen golle geri düşen Brezilyalılara skoru uzun süre eşitleyemediler. İlk golü atan Peralta atamayana atarlar deyip skoru 75. dakikada 2-0'a getir. Uzatmalarda Hulk'un ayağından bir gol bulsa da Brezilya gümüş madalyayı almak zorunda kaldı. Giovanni dos Santos ve Peralta'nın oyunu gerçekten görülmeye değerdi.

   2013 Konfederasyonlar Kupası

   Dünya Kupası öncesi düzenlenen "mini dünya kupası"na İspanya, İtalya, Uruguay gibi takımlar katıldı. Scolari hazırlık maçları sonrası kafasında oluşturduğu takımla beraber turnuvaya başladı. 7 Mayıs'ta Dünya Kupası için bildirilen kadrodaki 16 isim bu turnuvada da boy gösterdi. Gayet havalı ve seyir zevki yüksek maçlar çıkartan Brezilya seyircisinin önünde gruplarda hiç yara almadan dokuz puanla grubu birinci bitirdi. Ezeli rakip Uruguay'a karşı zorlu bir maça çıkan Brezilya o kadar iyi oynuyordu ki Uruguay'ın çok şansı yoktu. Zorlandığı karşılaşmada Paulinho'nun kafa golüyle mağlup edip finalde İspanya ile, son Dünya ve Avrupa şampiyonu ile karşı karşıya geliyordu. Finalde daha ne olup ne bittiği anlaşılmadan Fred'in attığı golle öne geçen Brezilya, kontratak silahını kullanıyordu. İlk yarının sonlarına doğru Pedro ile sağdan gelen İspanya'nın beraberlik golünü David Luiz harika bir önseziyle önlemiş, bu pozisyon maçın kırılma anı olmuştu. Takım olarak harika oynayan Brezilya Dünya Kupası öncesi son ciddi provasında dünya 1 numarasını ezerek şampiyon oluyordu. Altın Top ve Bronz Ayakkabıyı Neymar, gümüş ayakkabıyı da 5 golle Fred aldı.




    TEKNİK DİREKTÖR


   Scolari 2002 Dünya Kupasını Brezilya'ya kazandırdıktan sonra istifa edip Portekiz Milli takımının başına geçmiş, onun yerine Carlos Alberto Parreira getirilmişti. Parreira'nın görevde olduğu süre bir Copa America bir de Konfederasyonlar Kupası müzeye dahil oldu. "Sihirli Kare" olarak adlandırılan Ronaldinho, Ronaldo, Adriano ve Kaka dörtlüsü takımın asıl gücünü oluştururken, Robinho ve Cicinho gibi isimler de takımda iyi bir rotasyon sağlıyordu. Grup aşamasını kolay geçen Brezilya, ikinci turda Gana'yla eşleşmiş, Ronaldo'nun rekor kırdığı maçı 3-0 kazanmıştı. Çeyrek finalde rakip Fransa idi. 1998 finalinden sonra tekrar Dünya Kupasında iki takım buluşuyor, Roberto Carlos'un tarihi hatasının ardından Henry'nin küçük dokunuşu Brezilya'yı kupadan, Parreira'yı da görevinden etti.

   2006'da göreve getirilen Dunga, aynı Parreira gibi Copa America ve Konfederasyonlar Kupasını kazandı. Konfederasyonlar Kupasını kazanan takımın neredeyse hiç bozulmamış, birkaç değişiklikle 2010 Dünya Kupasına gidilmişti. Ancak yine takım vasatın altında kaldı, çeyrek finalde Hollanda'ya elenmekten kurtulamadılar. Dunga ile sözleşme yenilenmedi, Corinthians'la iyi bir performans gösteren Mano Menezes takımın başına getirildi.

   Bu birliktelik çok uzun sürmedi ancak takımın yenilenmesi açısından çok büyük katkı sağladı. Takımın yıldızlarından Kaka ve Ronaldinho'nun sakatlıklarla boğuşması, jenerasyonun yenilenme gereğinin duymasıyla kadroya yeni isimler dahil edildi. Neymar, Oscar ve Thiago Silva gibi oyuncular takımın bel kemiği haline geldi. Bu dönemde, Copa America'da çeyrek finalde Paraguay'a penaltılarla elenildi. 2012 Londra Olimpiyatlarında finalde Meksika'ya kaybedilen altın madalya Menezes'in sonunu getirdi. Temmuz 2012'de açıklanan FIFA sıralamasında 11. sıraya gerileyerek tarihinin en kötü derecesini aldı.

   2013'de takımın başına tekrar Scolari getirliyor, kötü haldeki durumu toparlaması bekleniyordu. Scolari kadroda Menezes'ten sonra değişimlere devam etti. Fiziksel gücü yüksek, daha genç bir takım oluşturdu. İlk maçında Wembley'de İngiltere'ye karşı alınan mağlubiyet onları FIFA sıralamasında 22. sıraya itmişti. Konfederasyonlar Kupası öncesi Fransa ile bir hazırlık maçı yapıldı, 3-0 galip gelinen maçta Mavilere karşı 21 yıllık galibiyet hsareti son bulmuştu. Mini Dünya Kupası, Konfederasyonlar Kupasında, hedef şampiyonluk apoleti korumaktı. Son seferde de olduğu gibi finale rahatça yürüdüler. Finalde Dünya ve Avrupa Şampiyonu İspanya'yı 3-0 gibi net bir skorla geçerken, turnuvanın oyuncusu Neymar oluyordu.

    23 KİŞİLİK KADRO ve KADRO SEÇİMİ

KALECİLER: Julio Cesar - Jefferson - Victor
SAVUNMACILAR: Maicon- Daniel Alves- Maxvell- Marcelo - Dante-David Luiz-Thiago Silva (C)-Henrique
ORTA SAHALAR: Hernanes-Fernandinho-Oscar-Luiz Gustavo-Paulinho-Ramires-Willian
FORVETLER: Bernard-Fred-Neymar-Jo-Hulk

   Luiz Felipe Scolari 7 Mayıs'ta kadroyu açıkladıktan sonra kadroya seçilenlerden çok seçilmeyenler konuşuldu. Hatta oynamayan oyuncularla oluşturulan kadronun daha güçlü olduğu yorumları yapıldı alaycı bir şekilde. Aslında bu Brezilya'nın elinde olan oyuncu havuzunun ne denli kaliteli ve geniş olduğunu gösteriyor. Ama Dünya Kupası görmüş sadece 6 ismin kadroda olması bir dezavantaj. Dante, Maxvell ve Paulinho gibi yaşça büyük oyuncular olsa da bu oyuncuların Dünya Kupası tecrübesi yok. Scolari'nin Konfederasyonlar Kupası Finalinde kullandığı 11:


  Inter sonrası kariyeri düşüşe geçen Julio Cesar geçen yaz gösterdiği performansla takımın hala 1 numarası olduğunu gösterdi. Bir diğer isim Jefferson'u yakından tanıyoruz. Ülkemizde Konyaspor ve Trabzonspor formalarıyla 4 sene izlediğimiz Jefferson 2009'da Brezilya takımlarından Botafogo'ya imza attı, tam 4 sezonda 225 kez forma giydi. 2011 Copa America ve 2013 Konfederasyonlar Kupası kadrolarına çağrılmıştı. Victor ise 3. kaleci olarak kadroya dahil edildi. Daha önce 2009 Konfederasyonlar Kupası kadrosuna da çağrılan Victor ilk kez bir Dünya Kupası heyecanı yaşayacak.

Kadroya giremeyen Brezilyalılar

   Savunma hattı gerçekten inanılmaz. Düşünün ki La Liga şampiyonu Atletico Madrid'in iki Brezilyalı savunmacısı Filipe Luis ve Miranda kadroya giremedi. Ben en azından Filipe Luis'in Maxvell yerine kadroya dahil edileceğini düşünmüştüm ama Scolari elindeki kadroyu bozmak istememiş olsa gerek. Alves ve Maicon sezonu harika geçirdiler, özellikle Maicon Roma'da kendini yeniden buldu. Dünyanın en iyi stoperlerinden biri olan Thiago Silva ve bana göre onunla en iyi ikiliyi oluşturan David Luiz'i Dante ve Napolili Henrique yedekleyecek. Marcelo iyi bir sezon geçirmedi. Yaşadığı sakatlıklar ve gösterdiği defansif zaafiyetler takımını zaman zaman zor durumda bıraktı. PSG'de çok iyi bir sezonu arkasında bırakan Maxvell Filipe Luis'le girdiği yarışı kazandı, kadroda kendine yer buldu.

  Orta sahada oynayan oyuncuların hiçbiri daha önce Dünya Kupasında oynamadı. Ancak gayet dirençli, potansiyelli ve güçlü oyuncular oluşturuyor orta sahayı. Willian ve Ramires enerjisini maçın her anına yayan, driplingleriyle kontratakları hazırlayan oyuncular. Luiz Gustavo, Fernandinho ve Paulinho Scolari'nin kullanacağı iki önliberolu sistemde oldukça önemli. Oscar ve Hernanes ise hücumda yaratıcılığı sağlamakla görevli, aynı zamanda defansif olarak çalışkanlıklarının da yüksek olması Kaka ve Ronaldinho'nun neden kadroya giremediğini gösteriyor. Çünkü Scolari'nin kadro seçimine dikkat ederseniz, her bir oyuncunun güçlü olduğunu görürsünüz. Aynı şekilde Coutinho da Liverpool'da harika bir sezon geçirdi ama fiziksel açıdan yeterli görülmediği için kadroya alınmadı.

   Açıkçası bütün Brezilya severlerin en çok endişeye düştüğü bölge santrfor. Yıllarca Dünyanın en iyilerine sahip olduktan sonra, Ronaldo ve Romario, Fred'in onlar kadar etkileyici olmaması doğrudan herkesi düşünmeye itiyor. Ancak Fred'in Milli takım performansı hiç de fena değil. Genelde 29 maçta 16 golü bulunn Fred, son 10 milli maçta 9 gole imza attı, beş tanesi Konfederasyonlar Kupasında olmak üzere. Öte yandan Hulk ve 10 numara Neymar kadrodaki yeri garanti olan iki isim. Sakatlıkların etkisiyle Barcelona taraftarlarının üzerinde henüz yeterli etkiyi yaratamayan Neymar milli takım için en önemli oyunculardan birisi. Konfederasyonlar Kupasında oynadığı futbol, onun için 'hazır değil' diyenleri fena halde yanılttı. Forvet yedeği olarak eski Galatasaraylı Jo'yu görüyoruz. Ancak sakatlığından dolayı kadrodan çıkartılabilir, onun yerine muhtemelen dahil edilecek isim de Alexandre Pato. 

    ŞANSLAR

   Bulundukları A grubundan lider çıkmaları muhtemel. Açılış maçında karşılaşacağı Hırvatistan'da kart cezalısı Mandzukic oynamayacak. Meksika'nın turnuva öncesi performansıyla hiç de parlak bir ışık vermiyor. Ben Brezilya'nın en çok Kamerun karşısında zorlanacağını düşünüyorum. Teknik olarak çok farklı iki takım olsalar da fizik güçleriyle Brezilya'yı zorlayacaklarını düşünüyorum. Gruplardan daha önemlisi, ikinci turda karşısına çıkacak takım tabi kii. Bu durumda onları muhtemelen 2010 Dünya Kupasının intikamını almak için Hollanda karşısında izleyeceğiz. Tabi İspanya ve Şili'nin de gelebilme ihtimali var. Yeterince tecrübeli olduğunu söyleyememekle beraber son iki kupada yaşadıkları sıkıntıları yaşayacaklarını düşünmüyorum. Onlar için şampiyonluktan aşağısı başarı sayılmayacaktır, yarı finale çıkmaları kimseyi şaşırtmayacaktır.

   Dünya Kupasında en çok forma giyen oyuncu: Claudio Taffarel - 18
   Dünya Kupasında en çok gol atan oyuncu: Ronaldo - 15